Mülteciler, yaşadıkları ülkelerde gerek girişimci, gerek işgücü, gerekse tüketici olarak ekonomiye katkı yapabiliyor ve ülkedeki varlıkları ülke ekonomilerine ‘net kazanım’ olarak yansıyabiliyor. Geleceğimizi tayin etmek her zaman olduğu gibi bizim elimizde.
Bugün 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü ve Türkiye, dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke konumunda. Suriye’de yaşanan kriz dolayısıyla, Türkiye dâhil geniş bir coğrafyaya etki eden ‘mülteci konusu’, çağımızın en geniş ölçekli ve en karmaşık insani krizlerinden biri haline geldi. Türkiye gibi orta gelir seviyesine sahip, gelişmekte olan ülkelerde yerel kapasiteler zorlanıyor, ev sahibi nüfus ile zaman zaman gerginlikler yaşanabiliyor. Fakat geleceğimizi tayin etmek her zaman olduğu gibi bizim elimizde; ulusal ve uluslararası seviyede kamu, sivil toplum ve özel sektör olarak birlikte uyum içinde çalışabilirsek, ortak geleceğimizi birlikte inşa edebiliriz.
İnsani yardım camiası olarak krizin ilk yıllarında ‘acil insani yardım müdahalelerine’ ve ‘temel ihtiyaçların karşılanmasına’ yoğunlaştık. 2018 yılından sonra ise ‘uzun erimli’ bir krizle karşı karşıya olduğumuzu idrak ederek faaliyetlerimizi sosyal uyum ve geçim kaynakları geliştirme alanlarına taşıdık.
Fakat Türkiye’de geçici koruma statüsünde yaşayan resmi verilere göre 3,6 milyon Suriyeli mülteciden söz ederken, yalnızca kendi kendilerine karşılayamadıkları temel ihtiyaçlarına yoğunlaştığımızda, genel panoramayı gözden kaçırmış oluyoruz. Dünya genelinde ve Türkiye özelinde yapılan araştırmalara göre, mülteciler yaşadıkları ülkelerde gerek girişimci, gerek işgücü, gerekse tüketici olarak ekonomiye katkıda bulunabiliyor ve ülkedeki varlıkları ülke ekonomilerine ‘net kazanım’ olarak yansıyabiliyor.
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) raporuna göre, Türkiye'deki Suriyelilerin %8,4'ü üniversite mezunu. Suriyeli mülteciler 2011 yılından bu yana ülkede 10 binden fazla yeni işletme kurarak, 100 binden fazla yeni istihdam sağladı. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün Haziran 2019 verilerine göre, Suriyeli nüfusun yaklaşık %60’ı çalışma çağında. Dolayısıyla Suriyeli nüfusun istihdam olanaklarına etkin bir biçimde erişmesini sağlayabilirsek hem kendi ayakları üstünde durabilen bağımsız bireyler olmalarına destek olabilir, hem de ülke ekonomisinin canlanmasına katkı sağlayabiliriz.
Türkiye’de yaşayan Suriyeli nüfusun ekonomiye katılımı, Suriye’nin geleceğinin inşası için de bir o kadar elzem. Sığındıkları ülkede iş piyasasına dâhil olan bireylerin, krizler sonrası ülkelerinin yeniden inşası için doğrudan kaynak yarattığı tecrübeyle sabit. Dolayısıyla sık sık işittiğimiz ‘evlerine dönsünler’ serzenişlerini somut gerçeklik çerçevesinde bir yana bırakarak –yani dönülmesi dile getirilen ‘ev’in bugün yıkık olduğunu akılda tutarak-, ilk önce ‘beraber bir gelecek’ diyebilmeliyiz.
Bu potansiyeli, üretkenliğe dönüştürmek için yurtiçi ve yurtdışında kamu, özel sektör, sivil toplum ve uluslararası ajanslar arasında yeni işbirlikleri kurmalı, ortak politikalar geliştirmeliyiz. Üstelik bu konuda iyimser olmak için yeterince sebebimiz var. 2018 yılı sonunda Birleşmiş Milletler üyesi 192 ülkenin imzaladığı ‘Mülteciler için Küresel Sözleşme,’ mültecilerin bağımsız bireyler haline gelebilmeleri, ev sahibi ülkeler üzerindeki baskıların azaltılması ve mümkün olduğunda güvenli geri dönüşün sağlanması için uluslararası topluluğa işbirliği çağrısı yapmakla kalmıyor, bunu nasıl yapabileceğimiz ile ilgili bir yol haritası da çiziyor.
Kanıta dayalı politikalar izler, doğru veriler toplar ve bu verilerden yararlanırsak karşı karşıya kaldığımız birçok problemi çözebiliriz. Türkiye her ne kadar 2016 yılında yaptığı yasal değişikliklerle işgücü pazarını Suriyeli mültecilerin katılımına açtıysa da, uygulamadaki sıkıntıların çalışma izni süreçlerini aksattığını görüyoruz. Bazı kaynaklara göre %32’si kayıtdışı olan ekonomimizde, kayıtlı işlerde sosyal güvenceyle çalışmak hem Türkiyeli, hem Suriyeli çalışanlar için ‘rekabet dezavantajı’ oluşturabiliyor. Bu gibi dinamikler neticesinde, geçici koruma statüsünde yaşayan Suriyelilerin aldığı çalışma izni sayısı, 2018 yılında 39 bin ile sınırlı kaldı. Kısacası, doğru politikalar izlersek bir yandan Suriyeli nüfusun işgücüne katılımını teşvik ederken, aynı zamanda işgücü piyasamızı bir bütün olarak onarabilir, insan onuruna yakışır iş imkânlarını çalışma çağındaki herkes için mümkün kılabiliriz.
Ortak geleceğimiz için ağırlık vermemiz gereken diğer bir alan da eğitim. Ülke geneline dağılmış olan Suriyeli mültecilerin çalışma çağında olmayan çocukları da ne yazık ki belirli alanlarda ailelerinin geçim kaynaklarına destek olmak zorunda kalıyor. Özellikle Adana ve Hatay gibi bölgelerde mevsimlik tarım işçisi olarak; İstanbul, İzmir ve Bursa gibi büyükşehirlerde ise kayıtdışı işlerde çalıştırılan çocuklar, eğitime erişim haklarından mahrum kalıyor. Eğitim göremeyen ve küçük yaşta ağır işlerde çalıştırılan çocuklar ileride de kalifiye çalışan profiline erişemiyor ve gelecekte yine aynı yoksulluk döngüsüne mahkûm oluyor. Mevsimlik tarım sektöründe çocuk işçiliğiyle mücadele üzerine çalışan bir dernek olarak Hayata Destek çatısı altında, bu döngüyü maalesef hem Türkiyeli, hem Suriyeli ailelerde gözlemliyoruz. Diğer bir değişle, çocuk işçiliğiyle mücadele yalnızca Suriyeli mülteciler özelinde elzem değil, nüfusumuzun tamamını ilgilendiren, Suriyelilerin durumu ışığında artan çocuk işçi sayısıyla daha da kritik hale gelen bir konu.
Suriyeli mültecilerin Türkiye’ye giriş yapmasından bu yana birçok başarıya imza attık. Deneyimlerin artması uygulamalarda iyileşmeleri beraberinde getirdi. Mültecilerin temel hizmetlere erişimi için birçok etkili politika ve program geliştirdik. Fakat Suriyeli nüfusun güvenceli iş olanaklarına erişimlerinin kısıtlı kalması, sözünü ettiğimiz sıkıntıları da beraberinde getiriyor. Geride kalan 9 yılda, 400 binden fazla Suriyeli çocuğun Türkiye sınırları içinde dünyaya geldiğini göz önünde bulunduğumuzda, ailelerin geçim kaynaklarına erişimi ve çocukların eğitime katılımının önemini ne kadar vurgularsak az.
Geçim kaynağının yaşam kaynağı olduğunu akılda tutarak beraber bir geleceğin hepimize iyi geleceği inancını 20 Haziran vesilesiyle bir kez daha dile getirmek istiyoruz. Onurlu bir yaşam her bireyin hakkıdır. Bu hakka erişimde bireylerin kendi ayakları üzerinde durabilir hale gelmesi ise toplumsal refahın vazgeçilmezi olarak görülmelidir. Hayata Destek olarak biz bu yolda atılan ve atılacak olan üretken adımların öneminin altını bir kez daha çiziyor ve süreklilik, kalıcı çözüm ışığında geliştirilecek geçim kaynağını destekleme çalışmalarının takipçisi olduğumuzu beyan ediyoruz.
Mustafa İşlek
Hayata Destek Geçim Kaynakları Program Yöneticisi
[email protected]
Yazıyı okuduğunuz ve buraya kadar geldiğiniz için teşekkürler. Şimdi hazır buradayken hayata destek olabilirsiniz.